Kafkas Dağları’nın arasında gizli kimlikler...


Dedelerimin 150 yıl önce zorunlu terk ettikleri Gürcistan’a ayak basmak sonunda kısmet oldu. Aslında çocukluğum boyunca Gürcü kültüründen ve Gürcüce’den hiç haz etmedim. Bayramda aile büyüklerinin yaşadığı İnegöl’e gidince herkes Gürcüce konuşur, ben bir kelime bile anlamazdım. Bana zorla Gürcüce öğretmeye çalışırlardı. Bol kişnişli (Gürcüce kinzi) sarımsaklı, cevizli bulanık renkli Gürcü yemeklerinden nefret ederdim. İkinci adım olan Elguca ise o zamanlar en büyük sorunumdu. Bu isim tam anlamıyla başımın belasıydı. Zaten bir ismim varken buna ne gerek vardı? Durup durup babama kızar, 18 yaşıma gelince dava açıp bu ismi kimliğimden sildirme hayali kurardım. En katlanılmazı kimliğimi uzattığımda insanların “Elguca’nın anlamı ne” diye sormasıydı. Adım Mustafa olsa anlamı ne diye sormayacak. Oysa Mustafa’nın da anlamını bilmiyor ama olsun illa ki o “garip” adın ne olduğunu öğrenecek...
İnsan olgunlaştıkça kendiyle, kökleriyle barışıyor. Önce Gürcü yemeklerini, sonra Gürcüce’yi, Gürcü danslarını ve en son da ikinci adımı sevmeye başladım. Elguca’yı soranlara “Aslında İspanyolca, ailemiz Bask kökenli gibi” tatlı yalanlar söylemek de eğlenceli geldi.

Nihayet 43 yaşımın ilk günlerinde ait olduğum topraklara gitmek kısmet oldu. Arkadaşım Alkan ve eşi Müge’nin yaşamaya başladığı Gürcistan’da artık bir evimiz ve rehberimizin de olmasının rahatlığıyla bu ilkbahar klasik Avrupa şehirleri yerine Kafkas dağlarına doğru yola çıktık. Gidişimiz Trabzon üzerinden oldu. İki saatlik Karadeniz sahil şeridi araba yolculuğunun ardından Sarp’a vardık. Sınır kapısı Sarp kasabasının ortasında. Gürcistan’a kimlikle geçilebiliyor. Gittiğimiz gün gayet sakindi. Türk tarafından geçtikten 500 metre sonra Gürcü polislerine de kimlik kontrolü yaptırıp Gürcü Sarp tarafı Sarpi’ye varıyorsunuz.. Taksiciler, otobüsler; coşkulu bir kalabalık var. Alkan’ın arabasıyla 10 dakika içinde Batum’dayız. Vardığımızda gece. Zaten Gürcistan bizden bir saat ileri dilimde. Batum’da ışıklandırılmış yüksek binalar ve sanat eserleri var. O yüzden gece de görülmesi gereken bir şehir. Örneğin gündüz pek bir şey ifade etmeyecek olan Alfabe Kulesi ve Nino & Ali heykelleri gece ışıklandırmaları ile harika görünüyor.  Yeri gelmişken söylemek gerek Gürcü alfabesi şu anda dünyada kullanılan 14 yazı dilinden biri. MÖ dördüncü yüzyıldan beri var olan bu alfabeden Gürcüler hiç vazgeçmemişler. Gürcülerin en çok gurur duydukları şey dilleri ve alfabeleri. Yabancılar için öğrenmesi zor. Sonuçta dünyada 4 milyon kişinin kullandığı bir dili öğrenmek için gerçekten meraklı olmanız ya da mecbur olmanız gerekir. Ama Gürcülere onca istiladan sonra bile dillerini, alfabelerini korudukları için saygı duymamak elde değil.
Batum'da gündüz ve gece

Batum Türkçe konuşan bir şehir. Restoranlardan otel resepsiyonlarına hizmet sektöründe herkes Türkçe biliyor.  Hatta şehirdeki turistik yerlerdeki tabela ve açıklamalar da Türkçe görmek çok güzel bir his. Gündüz gözüyle Batum’un nasıl da güzel, inci gibi bir sahil kasabası olduğunu anlıyoruz. Upuzun sahil şeridi, kumsalları parkları, eski ve zevkli evleriyle cıvıl cıvıl bir şehir. Türkiye’de aynı sahildeki şehirlerle bu şehrin hiç alakası yok. Evet insanlar daha fakir, evler daha eski ama kesinlikle estetik kaygı daha yüksek ve değerlerine sahip çıkıyorlar. Sokaklar ağaçlarla kaplı. Endişem modern mimarinin Gürcistan’ı da talan etmesi. Zira Türk otellerinin hepsi kule binalardan ibaret. Tek farklı bina Divan Otel’e aitti. Şehrin mimari dokusuna uygun olarak restore edilmiş.

Batum yürüyerek gezilebilecek, düzayak, küçük bir şehir. Sırtındaki tepeye ise teleferikle çıkmak mümkün. Bu teleferik yolculuğundan şehrin pırıltılı ön yüzü dışında teneke kaplı evleriyle arka mahallerini de görmek mümkün. Gürcülerin fakirlik, eskilikle bir derdi yok. Herkes mutlu görünüyor. Şarkı söylemeyi, dans etmeyi, eğlenmeyi, güzel sanatları seviyorlar. Kriminal olaylar yok denecek kadar az. Batum’da ağırlıklı olarak Türklere hizmet veren kumar ve seks turizmi risk barındırsa da özüne sadık bu milletin huy değiştireceğini pek sanmıyorum.

Batum’daki 24 saatimiz Tiflis’e yola çıkarken sona eriyor. Kafamızda “yazın yine gelelim” var.
Tiflis Batum arası beş saatlik bir yolumuz var. Etraf yemyeşil, güzel manzaralar vaad eden bir yolculuk ama yollar eski ve otoban yok. Aslında Batum’dan Tiflis’e trenle hem ucuz hem de konforlu bir şekilde ulaşmak da mümkün. Yol boyunca yeşilin her tonunu görmek adeta göz yoruyor. Yol üzerindeki her tepede bir Ortodoks kilisesi var.
Kafkaslar'ın Paris'i

Tiflis büyüklüğü ve modernliği ile beni şaşırttı. 3,5 milyonluk Gürcistan’ın neredeyse yarısı başkentte yaşıyor. Ortasından geçen Kura nehriyle Paris’e benzediğini söylesem abartmış olmam. Tiflis’i gezmeye Türk Caddesi diye de anılan David Aghmashenebeli Caddesi’nden başlıyoruz. Sağlı sollu dükkanlar, kafeler, bankalarla hareketli upuzun bir cadde. Nehre paralel uzanıyor. Caddenin sonunda trafiğe kapalı, eski binaların restore edildiği, kafelerin ve butiklerin olduğu bir alan var. Çok bakımlı ve renkli görünüyor. Bu caddenin sonunda nehrin yanındaki parkta Gürcü sokak ressamlarının sergilerini gezip tablolarını alabiliyorsunuz. Buradan nehrin diğer tarafındaki Tiflis’in en büyük Caddesi Rustavelli’ye geçilebilir. Meclis binası, opera, sanat galerileri ve müzelerle Orta çağ, Rus mimarisi karışımı binalar arasında dev bir cadde. Bu caddesinin sonundaki meydan tepede kaldığından Tiflis’in bir kuş bakışı manzarasını görmek mümkün.

Her turistik şehirde olduğu üzere Tiflis’in de bir “old town”u yani antik tarafı var. Trafiğe kapalı caddelerinde eski binalar, kafeler, resim galerileri, tiyatrolar arasında dolaşırken insan yer ve zaman kavramını yitiriyor.
Tiflis’te de bir teleferik var. Tepeden şehre bakan, bugünkü Gürcistan’ın kurucusu Kraliçe Tamara’nın heykeline adım adım yaklaşıyor teleferik. Varış noktasından Tiflis ve Kura nehrini boylu boyunca seyredebiliyoruz.

Gürcü yemekleri
Gürcü mutfağı’nın Türk mutfağına pek benzediği söylenemez. Gerçi Türkiye’de de Karadeniz yemekleri, yurdun diğer yörelerine göre en az ilgi görenleridir. Nihayetinde bu coğrafyanın yemekleri alışık olmayan için çok keyifli olmayabilir. Bir tür peynirli pide olan haçapuri ve dev mantı hinkal Türk misafirlerin en sevdikleri yemekler. Gürcü yemekleri için Tsiskvilli şık ve güzel bir seçim. Nehir kıyısındaki bu mekanda Gürcü mutfağının en iyi örneklerini tadarken sahnede Gürcü müzisyenler ve dansçılar hünerlerini sergiliyorlar. Eski şehirdeki Assa Hall’ın gürcü yemekleri de oldukça iddialıydı.
Hardrock Cafe gibi uluslararası zincirler, Mado gibi Türkiye’den lezzetler, bir başkentte ne ararsanız Tiflis’te bulmak mümkün. Gürcüler şarkı söylemeyi, dans etmeyi sevdiğinden hızlı bir gece hayatı da var Tiflis’te. DJ performanslarının yanı sıra artık Türkiye’den uzak duran bir çok uluslararası pop rock yıldızı Gürcistan’da konser veriyor. Örneğin biz döndükten iki hafta sonra Aerosmith gelecekti...
Tiflis’in etrafında görülebilecek pek çok doğal güzellik var. Kafkas Dağları özellikle yürüyüş meraklılarını çok güzel parkurlar vadediyor. Maalesef bizim uzaklara gitme şansımız olmadı ama heybetli bir tepeye kurulu Mtskheta Manastırı (586’da yapılmış) ve nehir kıyısındaki kasaba Tiflis’ten 15-20 dakika ulaşabileceğiniz güzel bir sayfiye yeri...
Beş günlük Gürcistan seyahatimin sonunda kafamda bir sürü soru vardı. Acaba burada doğsam nasıl bir hayatım olurdu, ben aslında bu topraklara mı aitim, insanın kökeni karakterini belirler mi? Ve daha bir sürü şey... Sonra bugün mecburen Türkiye’de yaşayan Suriyeliler’i düşündüm. Bir asır sonra onlar Türk mü olacaklar, Suriye’ye gittiklerinde kendilerini hala Suriyeli mi hissedecekler. 150 yıl önce zorunlu göç eden dedelerimin o günün koşullarında vatanlarına gezmek için bile gitmeleri mümkün değildi. Ama bugün herkes her yere ulaşabiliyor. Peki ya yarının dünyası nasıl olacak? Bu soruların cevaplarını torunlarımız ve onların çocukları görecek. Belki de biri bu yazıyı bulup okuyacak ve Kafkas Dağları’na doğru yola çıkacak... 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Mersin'i şehir olarak yaşamak

B Yüzü Şarkılarım

Kebapsız Adana