Bir tatlı huzur almaya geldik Kanada'dan
İş seyahatlerini keyfe dönüştürmek çok mümkün olmuyor. Giderken toplantı hazırlığı, dönüşte eve bir an önce varma telaşı...
Fakat sonbaharda gittiğim Kanada'da olabildiğince fazla gözlem yapmaya çalıştım. Malum memlekette herkes bir yere göç etme hayali kuruyor. Hem gelişmiş ülke olup hem de yabancılara kucak açan dünyanın iki ucu var: Avustralya ve Kanada. Kanada görece olarak daha yakın. Türkiye'den de çok sayıda göçmen var. Bu soğuk ülkede ne bulduklarını anlamak için dikkatlice baktım etrafıma. Önce Toronto'ya indim.
Ne mutlu ki THY her gün hem Montreal hem de Toronto'ya uçuşlar yapıyor. Toronto havaalanında çalışan görevlilerin renkliliği beni oldukça şaşırttı. Farklı ırk ve milletten insanlar yerel kıyafetlerini de giyerek işlerini yapıyorlar. Bizde olsa öcü gibi bakacağımız türbanlı pasaport kontrol memuru, ya da çöp arabasını kenara çekip namaz kılan temizlik görevlisini kimse yadırgamıyor. Herkes kendisi gibi. Zaten Kanadalı diye bir ırk neredeyse yok. Herkes göçmen. Kültürünü yanında getirmiş. Ülkenin yasa ve kurallarına uyup ahenk içinde yaşıyorlar.
Toronto havaalanından şehir merkezine trenle yarım saat içinde ulaşmak mümkün. Toronto ülkenin en Amerikalı şehri. Zaten çok da yakın ABD'ye. Niagara Şelalesi Toronto'dan çıkıp Şikago'ya dökülüyor. Binalar, insanlar, yaşam tarzı oldukça Amerikalı. Gökdelenler, elinde kahve ile işe koşturan insanlarla tam bir metropol. Ben gittiğimde kış henüz gelmemişti. Ama Kanada'da kış çok sert geçiyor. O yüzden de binalar, metro, her şey birbirine yer altından bağlı. Eksi 20 dereceleri bulan kış günlerinde sokağa çıkmıyor insanlar. Ama tüm işlerini yer altında hallediyorlar. Bir arkadaşım kışın araba donup yere yapışmasın diye kırmızı ışıkta ileri geri hareket ettiklerini söylüyor. Bu çetin ilkim koşullarında bu medeniyet nasıl oluyor, inanılır gibi değil.
Toronto hem iş hem de bir eğitim kenti. Çok fazla okul ve öğrenci var. Ben de halka karışmak için sabah yürüyüşümden sonra elime bir kahve almanın şart olduğuna kanaat getirdim. Adeta her köşede olan Starbucks yerine lokal bir kahveci bulmaya çalıştım. Adet olduğu üzere önce isminizi soruyorlar kahve bardağına yazmak için. Fakat Türkiye'deki gibi sakil durmuyor bu hareket. Çünkü isminizi öğrendikten sonra size adınızla da hitap ederek bir iki kelam ediyorlar. Bugün nasılsın Hayati? Kahvaltı etmediysen sana bir kruvasan da verebilirim Hayati... Türkiye'de ne mümkün. Bir defa bana Hayati Bey demesi gerekir. O da tüm samimiyeti öldürüyor.
Herhalde soğuk bir memleket olduğu için herkes elinde kahve bardağı ile dolaşıyor. İstanbul'da bana gayet özenti görünen bu hal, Kuzey Amerika'da normal bir şehirli davranışı sanki.
Toronto'da turist olarak görülecek pek bir şey yok. En turistik binaları CN Tower bildiğiniz bir kule. Ama müzeler, konserler ve tiyatrolarla güzel vakit geçirilebilir. Bir de benim görme fırsatım olmayan doğası da var tabii. Ama o gökdelenlerin arasındaki küçücük parklarda bile sincaplar koşuşturuyor. Bu da şehir dışına dair önemli bir ipucu.
Ben bir sonraki gün Montreal'e uçtum. Burası Atlas Okyanusu'na yakın, Fransız etkisi altında oldukça Avrupalı görünen bir şehir. Binalar Paris'i hatırlatıyor. Kaldığım otel Notre Damme Kilisesi Meydanı'nda. Paris'tekinin aynısını yapmışlar. Burada geçirdiğim üç gün içinde anlıyorum ki cadde isimlerinden, metro adlarına her şey Paris'ten alıntı. Fransızca ana dil ama herkes İngilizce de konuşuyor.
Toronto'ya göre çok daha güzel bulduğum Montreal yeme içme kültürü açısından da oldukça zengin. Evet bir Kanada mutfağı yok ama her kültürün en güzel yemekleri burada var. Özellikle eski Montreal Bölgesi'ndeki Rue St Paul üzerinde birbirinden güzel restoranlar ve resim galerileri var. En şık mekanlar bile gayet mütevazi ve güler yüzle karşılıyor insanı. Herkes huzurlu ve mutlu görünüyor Montreal'de.
Şehrin diğer yakasında St Cathrine Caddesi civarında ise daha büyük binalar ve alışveriş merkezleri ile bir tür Toronto havası var. Bu bölgedeki modern sanat müzesi oldukça büyük ve renkli sergilere ev sahipliği yapıyor.
Ben yine de eski Montreal tarafına geçmeyi tercih ediyorum. Zaten yürüyerek neredeyse tüm şehri gezmek mümkün. Otelime çok yakın olan Notre Damme meydanı civarındaki Tommy Cafe'yi çok sevdim. Merdivenlerinde oturan mutlu insanlar, etrafta gezinen turistler... Saatlerce burada oturabilirim herhalde.
Ama memlekete ve gerçeklere dönmenin zamanı. Toronto'daki bir iş arkadaşım İran'dan göç eden Ermeni bir ailenin kızı ve tam bir İstanbul hayranı. Alışveriş etmek, gerçek yemek yemek için yılda bir kez İstanbul'a gelmeye çalışıyor. Gelemese de İstanbullu Gelin gibi dizileri izliyor. Benden daha iyi biliyor yerli dizileri. Ben onların bu huzurlu hayatına hayranlıkla bakarken o da benim İstanbul'a gidiyor olmamı kıskanıyor.
Herkese elinde olmayan daha güzel görünüyor.
Ben bu yazıyı kaleme alırken Montreal'de hava eski dört dereceyi gösteriyor. Oysa evimin penceresinden Akdeniz güneşi parıldıyor ve şubat ortasında hava yirmi dereceyi gösteriyor.
Maalesef hepsi bir arada olmuyor. Güzel hava, arkadaşlar, huzurlu bir ülke. Çok mu şey istiyoruz acaba?
Fakat sonbaharda gittiğim Kanada'da olabildiğince fazla gözlem yapmaya çalıştım. Malum memlekette herkes bir yere göç etme hayali kuruyor. Hem gelişmiş ülke olup hem de yabancılara kucak açan dünyanın iki ucu var: Avustralya ve Kanada. Kanada görece olarak daha yakın. Türkiye'den de çok sayıda göçmen var. Bu soğuk ülkede ne bulduklarını anlamak için dikkatlice baktım etrafıma. Önce Toronto'ya indim.
![]() |
Toronto gece oldukça renkli görünüyor |
Toronto havaalanından şehir merkezine trenle yarım saat içinde ulaşmak mümkün. Toronto ülkenin en Amerikalı şehri. Zaten çok da yakın ABD'ye. Niagara Şelalesi Toronto'dan çıkıp Şikago'ya dökülüyor. Binalar, insanlar, yaşam tarzı oldukça Amerikalı. Gökdelenler, elinde kahve ile işe koşturan insanlarla tam bir metropol. Ben gittiğimde kış henüz gelmemişti. Ama Kanada'da kış çok sert geçiyor. O yüzden de binalar, metro, her şey birbirine yer altından bağlı. Eksi 20 dereceleri bulan kış günlerinde sokağa çıkmıyor insanlar. Ama tüm işlerini yer altında hallediyorlar. Bir arkadaşım kışın araba donup yere yapışmasın diye kırmızı ışıkta ileri geri hareket ettiklerini söylüyor. Bu çetin ilkim koşullarında bu medeniyet nasıl oluyor, inanılır gibi değil.
Toronto hem iş hem de bir eğitim kenti. Çok fazla okul ve öğrenci var. Ben de halka karışmak için sabah yürüyüşümden sonra elime bir kahve almanın şart olduğuna kanaat getirdim. Adeta her köşede olan Starbucks yerine lokal bir kahveci bulmaya çalıştım. Adet olduğu üzere önce isminizi soruyorlar kahve bardağına yazmak için. Fakat Türkiye'deki gibi sakil durmuyor bu hareket. Çünkü isminizi öğrendikten sonra size adınızla da hitap ederek bir iki kelam ediyorlar. Bugün nasılsın Hayati? Kahvaltı etmediysen sana bir kruvasan da verebilirim Hayati... Türkiye'de ne mümkün. Bir defa bana Hayati Bey demesi gerekir. O da tüm samimiyeti öldürüyor.
Herhalde soğuk bir memleket olduğu için herkes elinde kahve bardağı ile dolaşıyor. İstanbul'da bana gayet özenti görünen bu hal, Kuzey Amerika'da normal bir şehirli davranışı sanki.
Toronto'da turist olarak görülecek pek bir şey yok. En turistik binaları CN Tower bildiğiniz bir kule. Ama müzeler, konserler ve tiyatrolarla güzel vakit geçirilebilir. Bir de benim görme fırsatım olmayan doğası da var tabii. Ama o gökdelenlerin arasındaki küçücük parklarda bile sincaplar koşuşturuyor. Bu da şehir dışına dair önemli bir ipucu.
Ben bir sonraki gün Montreal'e uçtum. Burası Atlas Okyanusu'na yakın, Fransız etkisi altında oldukça Avrupalı görünen bir şehir. Binalar Paris'i hatırlatıyor. Kaldığım otel Notre Damme Kilisesi Meydanı'nda. Paris'tekinin aynısını yapmışlar. Burada geçirdiğim üç gün içinde anlıyorum ki cadde isimlerinden, metro adlarına her şey Paris'ten alıntı. Fransızca ana dil ama herkes İngilizce de konuşuyor.
![]() |
Eski Montreal Limanı |
Toronto'ya göre çok daha güzel bulduğum Montreal yeme içme kültürü açısından da oldukça zengin. Evet bir Kanada mutfağı yok ama her kültürün en güzel yemekleri burada var. Özellikle eski Montreal Bölgesi'ndeki Rue St Paul üzerinde birbirinden güzel restoranlar ve resim galerileri var. En şık mekanlar bile gayet mütevazi ve güler yüzle karşılıyor insanı. Herkes huzurlu ve mutlu görünüyor Montreal'de.
Şehrin diğer yakasında St Cathrine Caddesi civarında ise daha büyük binalar ve alışveriş merkezleri ile bir tür Toronto havası var. Bu bölgedeki modern sanat müzesi oldukça büyük ve renkli sergilere ev sahipliği yapıyor.
![]() |
Eski Montreal'in merkezindeki Tommy çok güzel bir kafe. Saatlerce oturabilir insan... |
Ama memlekete ve gerçeklere dönmenin zamanı. Toronto'daki bir iş arkadaşım İran'dan göç eden Ermeni bir ailenin kızı ve tam bir İstanbul hayranı. Alışveriş etmek, gerçek yemek yemek için yılda bir kez İstanbul'a gelmeye çalışıyor. Gelemese de İstanbullu Gelin gibi dizileri izliyor. Benden daha iyi biliyor yerli dizileri. Ben onların bu huzurlu hayatına hayranlıkla bakarken o da benim İstanbul'a gidiyor olmamı kıskanıyor.
Herkese elinde olmayan daha güzel görünüyor.
Ben bu yazıyı kaleme alırken Montreal'de hava eski dört dereceyi gösteriyor. Oysa evimin penceresinden Akdeniz güneşi parıldıyor ve şubat ortasında hava yirmi dereceyi gösteriyor.
Maalesef hepsi bir arada olmuyor. Güzel hava, arkadaşlar, huzurlu bir ülke. Çok mu şey istiyoruz acaba?
Ağaçların arasında koşuşturan sincaplar.!!! En çok bunu sevdim.Bir yazıda da sokaklarda gezen geyikler ve ayılar olduğu yazıyordu.senin yazindan sonra Kanada yi daha çok merak ettim.Soguk huzurlu ülke Kanada 😊
YanıtlaSil( yazmaya devam et Hayati.Kalemini seviyorum😍😘)