Düğün ve cenazenin şehri Belgrad

Uzun süredir turist olarak yurt dışına gitmiyorduk. Son dakika ortaya çıkan bir tatil fırsatı ile hızlı bir plan yaparak soğuk bir Ocak akşamında Ayşegül'le Belgrad'a uçmaya karar verdik. Avrupa'da vizesiz gidilebilen nadir yerlerden biri, üstelik TL'nin de değerli kaldığı üç beş ülkeden biri olunca Belgrad popüler bir seyahat rotası olmuş. Bir pazartesi akşamı gitmemize rağmen dolu bir uçak ve bolca turistle birlikte indik Belgrad'a.

Bütün kapalı mekanlarda sigara içiliyor, taksiler garip tarifeler açarak turistleri dolandırıyor, otobüsler eski. Tüm bu açılardan Türkiye'nin belki 20-30 yıl önceki hali gibi burası. 

Ama bir kıta Avrupası şehri havası da var. Meydanları, kafeleri, trafiğe kapalı hareketli caddeleri ve tabii ki klasik Avrupa şehirlerinde olmazsa olmaz nehir kıyısı mekanlarıyla.

Soğuğa rağmen keyfimiz yerindeydi
Biz Türkiye'de bulunduğumuz coğrafyanın savaşların ortasında kalmasından yakınsak da Belgrad'ın tarihi Anadolu topraklarından çok daha fazla savaş görmüş. Üstelik çok yakın bir tarihe kadar süren bu savaş, parçalanma, rejim değişikliği, ülkenin kalkınmasını hep engellemiş. 

Savaşlar sırasında Belgrad'taki pek çok tarihi bina yıkılmış. Belki de Sıprlar en refahlı dönemini Osmanlı hakimiyetindeki 500 yılda yaşamışlar. Sonrasında o kadar çok savaş görmüşler ki, ülkenin yüzü hiç gülmemiş. Ama yine de Osmanlı'yı pek minnetle andıkları söylenemez.

Oysa mutfağından, yer isimlerine her şeyde Osmanlı'nın izleri var. Bunu ilk gün yaptığımız şehir turunda net bir şekilde deneyimledik. 

Free Walking Tur uygulamasından Belgrad'taki ücretsiz şehir turu buluşmalarına baktık. Saat 11'de Cumhuriyet Meydanı'nda sarı şemsiyeli bir rehber bekliyor olacak diye yazıyordu. Bu turlar ücretsiz, memnun kalırsanız bahşiş veriyorsunuz. Rehberler de oldukça donanımlı. Bizim rehberimiz Gavril, 40'lı yaşlarında. Tarih okumuş. Belgrad'ı çok iyi biliyor. Akıcı İngilizcesi ile bize şahane bir tur yaptırdı. Grupta iki Amerika yaşlı turist, iki Brezilyalı maceracı öğretmen ve biz varız. Gavril bizi önce Skadarlija Bölgesi'ne götürdü. Burası tarihi binaların restoranlara dönüştüğü hoş bir mahalle. Buradaki binalarda daha önce yazarlar, ressamlar yaşamış. O yüzden Belgrad'ın bohem yüzü olarak biliniyor. Bazı evlerde daha önce yaşamış şair ve ressamların izlerini görmek mümkün.

Kara binaları sokak sanatçıları renklendiriyor
Buraya gelirken rehberimiz, yakın tarihe yaşamış enteresan bir Sırp'tan bahsediyor. Dusan Popov adlı casus hem Almanlar'a hem de İngilizler'e casusluk yaparak gizemli bir hayat yaşamış. Yazar Iam Flamming'e de James Bond karakterini yazarken ilham vermiş.

Belgrad sokaklarını dolaşırken anlatılan hikayelerin hemen hepsi savaşla ilgili. Tuna ve Sava nehirlerinin birleştiği bu şehir; Avrupa'dan Asya'ya geçişte önemli bir nokta. Böyle olunca da hep bir savaş hali olmuş ülkede. Dağılan Yugoslavya'nın eski başkenti, komünist döneminde bile önemli bir ticaret kapısı olmuş. Demir perde dönemimde dahi İtalya ile Almanya ile ticaret yapan Sırplar bugün bu yeteneklerini Avrupa'nın ticari ve turistik bir merkezi olabilmek için kullanmaya çalışıyorlar.

Şehrin en merkezi noktalarından biri Kalemegdan. Adından da tahmin edeceğiniz gibi Belgrad kalesi ve önündeki meydan; turistler için güzel bir buluşma noktası. Kalenin girişi ücretsiz. Bazı noktalarından keyifli bir Tuna manzarası vadediyor. Meydandan aşağı inen küçük bir sokakta adı "?" olan bir tarihi bistroyu tanıtıyor bize rehberimiz. 1823'te açılan mekan,"Kilisenin Karşısındaki Bar" olarak tanınmış. Daha sonra bar ve kilise sözcükleri bir arada geçmesin diye mekanın adını değiştirmek zorunda kalmışlar. Fakat koyacak isim ararken asılan soru işareti tabelası öylece kalmış ve o gündem beri aynı binada bu tabela ile hizmet veriyor. Oldukça otantik bu mekanda Brezilyalı arkadaşlarımızla keyifli bir sohbet yaptık.

Buradan nehrin kenarına beş on dakikada yürüyerek inmek mümkün. Belgrad'ın ilk limanı bugün restoran ve kulüplerin olduğu bir yaşam alanı. Dünya mutfakları farklı farklı restoranlarda, akşam canlı müzik ve partilerle, gündüz keyifli bir nehir manzarası eşliğinde karışınıza çıkıyor. Belgrad'ta kaldığımız iki günde bu alanda bir akşam bir de öğlen bulunduk. Bu alandaki Ambar, Sırp ve Balkan mutfağı, Frida Latin Amerika mutfağı, Comunale İtalya restoranı arayanları mutlu edecek, şık ve güzel mekanlar.

Şehir oldukça fazla turist alıyor. Hızlı bir gece hayatı, şehrin her yerine yayılmış başarılı restoranları var. Avrupa standartlarına göre de fiyatları oldukça makul. Türkiye'den giden turistler için yeme içme konusunda en rahat edilen ülkelerden biri. Her restoranda köfte (Cevapi), yoğurt, kaymak bulmak mümkün.

Biz hem hafta başı, hem de soğuk mevsimde Belgrad'ta olunca dillere destan gece hayatını pek görmedik. Ama akşam yemeği için gittiğimiz Iris New Balkan Cuisine unutulmaz bir yemek deneyimi olarak aklımızda kaldı. Şehrin ıssız bir ucunda bir apartman dairesinin bir katında ve haftanın belli günleri açık.

Yemekleriyle en popüler yerlerden biri Manufaktura. Trafiğe kapalı turistik cadde Kneze Mihaila'da üzerindeki bir sokakta yer alan restoranda tüm Sırp ve Balkan lezzetlerini tatmak mümkün. Bu bölgedeki ara sokaklarda bolca kafe ve kitap dükkanı var. Sırpların okuma yazma oranı yakın zamana kadar düşükmüş. Şu anda ise okumaya meraklı bir toplum olduğu söyleniyor. Şehirde ciddi sayıda kitapçı dükkanı var.

Müzeler açısında çok zengin bir şehir değil. Dünyadaki en meşhur Sırp olan bilim adamı Tesla'nın deneylerinin sergilendiği müze de oldukça küçük bir mekan. Her saat başı Tesla'nın bizzat kullandığı araçlarla yapılan deneyleri izlemek ve deneyimlemek yine de keyifli oluyor.

Kneze Mihaila Caddesi üzerindeki Zepter Müzesi modern Sırp sanatçıların eserlerinin sergilendiği bir müze. Cadde üzerindeki dükkanların arasında kaldığı için pek dikkat çekmiyor. Zepter Ailesi, Sırbistan'ın en köklü ailelerinden. Bu müzeyi de çağdaş Sırp sanatını desteklemek için açmışlar. Çok geniş bir seçki var. Biz keyifle dolaştık.

Sırplar eski Yugoslav ekolünün spordaki başarı bayrağını en iyi taşıyan millet. Basketbolun bu kadar sevildiği başka bir Avrupa ülkesi herhalde yoktur. Sırplar uzun boylu insanlar. Hem basketbolda hem futbolda efsane takımları var. Partizan ve Kızılyıldız gibi... Rehberimiz 90'larda ülke savaş ve borç batağındayken bile milli maçlarda nasıl hayatın durduğunu anlattı bize.

Bunca savaş ve yıkımdan sonra Sırplar, sporla, müzikle, sanatla hayata bağlanıyorlar. Goran Brevgoviç'in müziklerinde olduğu gibi cenazelere üzülürken, düğünlerin coşkusunu yaşamaktan geri durmuyorlar. Türklerin onlara ayak uydurması hiç de zor değil...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Mersin'i şehir olarak yaşamak

B Yüzü Şarkılarım

Kebapsız Adana