Biz geldik komşu
Geçenlerde Instagram'da gezinirken caz şarkıcısı Gregory Porter'ın Atina'da antik tiyatroda vereceği konseri gördüm. "Kadife sesli" bu adamı bir antik tiyatroda izlemek olağanüstü bir şey olmalı diye düşündüm. Bilet fiyatları gayet makul. Atina şurası... Aldım biletleri. O arada baktım ki çevremde Atina'ya gitmeyen bir ben kalmışım. İki günlük bir Atina gezisi Gregory Porter konseri ile taçlandı.
Atina'da her şeyin merkezi iki ana meydan: Birisi resmi binalara da ev sahipliği yapan Sintagma Meydanı, diğeri turistlerin buluşma noktası Monastraki Meydanı. Her ikisine de havaalanından direkt metro bağlantısı var. Zaten birbirlerine yürüme mesafesindeler. Trafiğe kapalı alışveriş caddesi Ermou'ya da buradan bağlanılabiliyor. Akropolis'in inişindeki Plaka, turistik eşyalar, restoranlarla bir başka çekim bölgesi.
Atina'nın tüm bu bilindik turistik noktaları dışında benim ben çok sevdiğim yeri Exarchia Mahallesi oldu. Sosyalist, anarşist ve antifaşist bir mahalle olarak tanımlanıyor. Pek çok sanatçının yaşadığı bu mahallenin neredeyse tüm duvarları resimlerle ve grafitilerle kaplı. Sokaklarında dolaşmak, küçük dükkanlara girip çıkmak, kitapçıları, plakçıları karıştırmak çok keyifli. Meydandaki kafelerden birinde (özellikle Aiao) bir dut açağacının serinliğinde oturup etrafa bakınırken koca bir gün geçirmek mümkün. Ama biz bugünün diğer yarısını tam tersi istikamette ve tam tersi bir kültürdeki mahallede geçirdik.
Kolonaki bölgesi şık butikler, lüks markalar ve restoranlarla çevrili. Ara sokaklarında pek çok butik ve takı tasarım dükkanları var. Ana caddedeki Da Capo'da bir kahve için oturup gelen gidene baksanız kendinizi Paris'te sanabilirsiniz. Bu mahallede yemek için gittiğimiz Zurbaran da oldukça havalıydı. İstanbul'da Abdi İpekçi Caddesi ya da Etiler Dilhayat Sokak'taki mekanları hatırlattı bana.
Atina'nın en güzel yanlarından biri yeme içme konusunda sunduğu sınırsız seçenek. Elbette Türk mutfağı ile neredeyse aynı olması bizler için çok konforlu. Sanayisi neredeyse yok denecek kadar az olan ülkenin ana geliri turizm. Bu yüzden misafir ağırlamada becerikliler ve standartları yüksek. En beğendiğim hizmetlerden biri de hangi restoran ve kafeye giderseniz gidin öncelikle ücretsiz bir su ikramı yapılması oldu. Biz de geçirdiğimiz üç günde farklı lezzetler tatma şansı bulduk.
Antikacılar çarşısına yakın noktadaki Kapamanaiaka (Karamanlı desek daha kolay olacak) geleneksel Yunan mutfağını tadabileceğiniz, tarihi dekorasyonu ve fondaki müzikleriyle oldukça keyifli bir mekan. Geleneksel Yunan mutfağı sunduğu için de yaprak sarmadan, musakkaya her şey Türk mutfağıyla benzer. Porsiyonlar büyük, ikramlar bol, personel güler yüzlü. Tavsiye üzerine gittiğim bu mekanı ben de gönül rahatlığı ile herkese tavsiye ederim. Biraz daha sofistikle bir şeyler arayanlara son on yıl boyunca Michelin tavsiye rehberine giren Kuzina'yı tavsiye edebilirim. Michelin deyince "aman kazıktır orası" ya da "koca tabağın ortasında mikro yemeklerdir" diye düşünmeyin. Bu da geleneksel Yunan mutfağının biraz daha özgün yorumu. Rahat ve keyifli bir mekan.Plaka'daki Brettos, kendi likörlerini yapan, bunu da iyi ışıklandırılmış hoş bir dekorasyonla sunan popüler bir mekan. Her zaman aşırı kalabalık. Yüzlerce içecekten oluşan menüden sipariş vermek için genelde kapısında kuyruklar oluyor.
Bir akşamımızda metro ile ulaşılabilen liman kasabası Pire'ye gittik. 15 dakikada varabiliyorsunuz Pire'ye. Kasabanın merkezi feribot limanı etrafına kurulu olduğu için çok turistik değil belki. Ama biraz ilerisindeki Mikrolimano koyunda keyifli restoranlar var. Biz balık restoranı Papaionnaou'yu tercih ettik ve çok memnun kaldık.
Atina'ya döndüğümüzde gittiğimiz pek çok roof bar'da partiler vardı. Ermou Caddesi'nde sıradan bir iş hanından asansörle çıkılan Ermou 18 belki de içlerinde en hoşumuza giden oldu. Biraz gözden uzakta olan Selina Otel'in çatısındaki barda sürekli partiler oluyor. Ne olup bittiğine göz atmak için greatbear rooftop hesabına bakmak lazım.
Bulunduğumuz dönem itibariyle Atina turist doluydu. Ama bu turistlerin pek çoğu Atina'ya uğrayan kişilerdi. Hemen hepsi bir Yunan adasında deniz tatili yapmış, dönüşte de "Atina'yı da görelim bari" demişlerdi. Birlikte yürüyüş turu yaptığımız rehber sadece Atina'ya gelmiş olmamıza çok şaşırdı, hele de bir konser için gelmiş olmamıza. Neyse ben de onun yaptığı turdan memnun kalmadım zaten. Aynı yerin etrafında üç saat yürüyüp antik Yunan dönemi hakkında geyikler yaptık.
Bu arada konserimiz muhteşemdi. İki bin yıllık antik tiyatronun atmosferi, Gregory Porter'ın performansıyla büyülü bir hal aldı. Evet sadece bu performans için gitmeye değerdi Atina'ya. Elbette yakın olmasının avantajı, uzun süren yaz mevsimi, 24 saat canlı şehir hayatı ile daha sık gidilebilir bir şehir Atina.
Yine de bir İstanbul değil bence...
Yorumlar
Yorum Gönder