Rüya gibi bir ada: Zanzibar

Zanzibar benim için 90’lı yıllarda, Teşvikiye’deki Reasürans Çarşısı içindeki bir restoran ismiydi. Onun Afrika’da gerçekte var olan bir ada olduğunu öğrenmem tesadüfen oldu. 2000’lerin başında bir Avrupa seyahatimde, kitapçıda Zanzibar’la ilgili bir fotoğraf kitabı görüp almıştım. Evde uzun süre bu kitaptaki fotoğraflara bakarak bir gün o adaya gitmenin hayalini kurduk eşimle.

Yıllar yılları kovaladı. Ve Zanzibar’a ayak basmak 50'li yaşlarıma kısmet oldu. Artık THY adaya direkt uçuyor. Güney yarımküredeki bu adaya 7,5 saatlik bir uçuşla ulaşıyorsunuz ama saat farkı olmadığı için jetlag olmadan konforlu bir şekilde varılıyor. THY her gün, bazı günler iki kez adaya direkt seferler yapıyor. Bizim uçuşlarımızda Türk yolcu çok azdı ama uçak doluydu. Zanzibar’a gitmeyi tercih edenler, İstanbul aktarmalı uçan Avrupalı turistlerdi genelde.


Zanzibar, Şiraz’dan gelen İranlılar tarafından keşfedilmiş. İsmi de Farsça’dan geliyor: Zangi Bar, yani zenci sahili. 1500’lü yıllarda Portekizliler’in Hindistan’a giden gemileri burayı uğrak noktası yapmış ve istila etmişer. Çoğunluğu Müslüman olan halk, bir başka Müslüman devlet olan Umman Krallığı’dan yardım istemiş. 200 yıl kadar Umman hükümdarlığında kalan ada, Umman’daki iktidar kavgası sırasında 1850’lerde İngilizler’in kontrolüne geçmiş. 1964’te özerkliğini alıp bir yıl sonra da Tanzanya’ya bağlanmış. Bugün Tanzanya’nın bir parçası olsa da kültürel ve coğrafi açıdan anakaradan farklı olan bu ada, özerk bir yönetime tabi.

Zanzibar’a gitmek için Tanzaya’nın basit bir online vize uygulaması var. Bize en çok sorulan soru “aşı oldunuz mu” sorusuydu. Hayır Zanzibar’da bilinen bulaşıcı bir hastalık yok. Aşıya da gerek yok. Ada çok temiz, sinek ve diğer haşereler herhangi bir tatil beldesindekinden daha fazla değil. Ada çok güvenli. İstediğiniz saatte istediğiniz yere gidebilirsiniz. Yerel halk, oldukça fakir olmalarına rağmen turistlere zarar gelmesine asla izin vermiyor. Telefon ve cüzdanınızı ortada bırakıp denize girebiliyorsunuz. Bu lüks Avrupa’da bile yok.

Biz, adanın dört faklı noktasında ikişer gece kaldık. Bir otelden diğerine geçerken de çeşitli kasaba ve şehirler geçtiğimiz için oldukça renkli bir seyahat oldu. Uçaklar adanın başkenti olan Stonetown’a iniyor. Biz indikten sonra Pingwe kasabasındaki otelimiz Baladin’e geçtik. Yolun bir kısmı bozuktu ama bir Türk inşaat şirketi buraya yeni bir yol yapıyordu. (Bu arada Pingwe dışındaki diğer yollar fena değildi.) Otelimize sahaba karşı giriş yaptığımız için nasıl bir cennete vardığımızı ancak sabah anlayabildik. Bembeyaz kumsallar, hindistan cevizi ağaçları ve turkuvaz bir deniz...

Sabah bu güzelliği gördüğümde mutluluktan ağlamak üzereydim. Cennet böyle bir yer olmalı diye düşündüm. Her şey tam da o kartpostallarda olduğu gibiydi...


Kumların beyazlığı gözünüzü yoracak derecede parlak. Deniz pırıl pırıl. Hava sıcaklığı gündüz 28 gece 24 derecelerde. Hava nemli değil. Deniz suyu sıcaklığı ideal. Serin de değil, sıcak da. Bu güzelliğe bir de tekne ile açılınca ulaşabildiğiniz resiflerdeki rengarenk balıklar katılıyor. Üstelik öyle tüple falan dalmanıza gerek kalmadan, basit bir deniz gözlüğü ile belgesel kıvamında bir balık çeşitliliğinin içinde buluyorsunuz kendinizi. Yerel tekne sahipleri sizi deniz yıldızı görmeye götürüğünde bambaşka bir manzara ile karşılaşıyorsunuz. Her yer rengarenk deniz yıldızı ile dolu.

Bu küçük lokal turları hem ahşap yelkenlilerle, hem de motorlu teknelerle yapmak mümkün. Zaten 10 dakika süren bir yolculukla ulaşılan alanlar bunlar.

Biz Pingwe’den sonra kuzeydeki Nungwi ve doğudaki Kiwengwa’da da ikişer gece kaldık. Nungwi turkuvaz denizi ile popüler bir tatil noktası. Kiwengwa ise biraz daha rüzgar alan sahili ile, rüzgar sörfü meraklılarına da hitap ediyor. Bu koyda ağırlıklı İtalyan turistler var.

Her biri kilometrelerce uzun plajlar ve pek çok otel var bu kıyılarda. Ama sahil oteller tarafından parsellenmiş değil. Dolayısıyla rahatça yürüyebiliyorsunuz.

Dikkat edilmesi gereken tek şey gelgit yani medcezir. Biz Akdenizlilerin alışkın olmadığı, günlük, büyük bir gelgit var. Otellerde denizin yüksek ve alçak saati yazıyor. Mesela kaldığımız otelden Nungwi kasabasına deniz kenarından 10 dakikalık yürüyüş ile ulaşabiliyorduk. Ama denizin yüksek olduğu akşam saatlerinde yürüme alanının tamamı deniz suyu dolmuş oluyordu. Pingwe sahilinde bulunan The Rock restoran, denizin içinde bir kaya üzerine kurulmuş özel bir yer. Gelgitin alçak saatinde yürünebiliyor, yüksek saatinde ise tekne ile ulaşabiliyorsunuz.

Biz şehirler arasında gidip gelirken adaya has maymuların dolaştığı Jozani ormanına ve bir baharat bahçesine uğradık. Zanzibar’ın turizmden sonraki en büyük gelir kaynağı tarım ve özellikle de baharatlar. Karanfilin dünyadaki en büyük ihracatçısı konumunda. Baharat bahçesinde kakao, tarçın, vanilya gibi pek çok baharatın bitki halini görmek oldukça enteresan bir tecrübeydi. Bir de hindistan cevizi ağacından kopardıkları yapraklarla hızlıca size sepet, şapka gibi aksesuarlar örebiliyorlar. Turistik bir aktivite ama biz çok keyif aldık.

Son iki günümüz Stonetown’da geçti. Tarihi mirasını koruyan, ev sahipliği yaptığı tüm medeniyetlerden izler taşıyan çok renkli bir şehir burası. Bir liman kenti ve elbette plajları da var. Ama burada deniz yerine şehri keşfetmeyi tercih ettik. Yine de tekne ile gidilen iki farklı adaya uğradık. Birisi üzerine inşa edilen ve hiç kullanılmayan hapishaden adını alan Prison Island. Diğeri de denizin ortasındaki enteresan bir kumsal olan Nakupenda adası. Prison’da 250 yıl önce getirilen kara kaplumbağları yaşıyor. Her biri iki yüz kilonun üzerindeki bu dev kaplumbağalar ortalama iki asır kadar yaşıyorlar.


Stonetown, rock grubu Queen’in solisti Freddie Mercury’nin de doğduğu yer. Pers/Hintli bir ailenin çocuğu olarak iki yaşına kadar burada yaşamış ve sonra Hindistan’a gitmiş. Doğduğu ev bir müze olarak gezilebiliyor. Şehrin her yerinde orijinal ahşap kapılar, rengarenk binalar, resim galerileri, çarşı ve pazarlar ile bol bol fotoğraf malzemesi var. Kesinlike bir güvelik sorunu yok. İstediğiniz saatte rahatça dolaşabiliyorsunuz.


Yeme İçme

Zanzibar’da otellerdeki kahvaltıların hepsinde tropik meyveler (mango, ananas, çarkıfelek, avakado) taze taze size sunuluyor. Bunların hepsinin taze sıkılmış meyve suyu alternatifi de var. Diğer öğünlerde ise bol bol deniz mahsülü yiyebiliyorsunuz. Ahtapot, kalamar, ıstakoz ve bunların içinde olduğu yemek, makarna ve pizzalar her restoranda ve oldukça makul fiyata bulunabiliyor. Yemeklerden rahatsız olmak şöyle dursun oldukça zevk aldık diyebilirim.

Pingwe: The Rock Restaurant, Zatiny

Nungwi: Mamamia

Stonetown: Livingstone (plajda ve akşam canlı müzik var), 6 Degrees South (roof bar) , Emerson Otel’in çatısındaki restoran (gün batımı manzarası ve canlı müzik eşliğinde)

Konaklama

Kaldığımız otellerin hepsi küçük ama zevkli, güzel tesislerdi. Zanzibari dışındakilerin mutfakları da çok başarılıydı.

Pingwe / Baladin

Nungwi / Zanzibari

Kiwengwa / White Sand

Stone Town / Sharazad Wonders

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

B Yüzü Şarkıları Vol.2

Mersin'i şehir olarak yaşamak

B Yüzü Şarkılarım