İspanya'nın kuzeyindeki güzellikler: Bilbao ve San Sebastian
Türk Hava Yolları'nın yeni uçuş rotaları açması ve bunları da ekonomik fiyatlardan satıyor olmasının tadını en çok Bilbao'da çıkarttım. İspanya'nın kuzeyindeki Bask bölgesinin başkenti, 80'li yıllara kadar demir çelik sanayi ile sevimsiz bir şehirken şimdi bir cazibe noktası. Bizde belki örneği Eskişehir sayılabilecek bir değişim bu. Şehirden sanayinin temizlenmesi, yaratıcı ve cesur mimarlara verilen şans sayesinde yepyeni bir şehir olmuş Bilbao. Ortasından akan Nervion nehri, kenarındaki parklar, üzerindeki orijinal köprü ve heykeller ile çok yenilikçi, ama Plaza Moyua civarında klasik Avrupa şehir tadı taşıyan capcanlı bir şehir. Bilbao'nun refah seviyesi yüksek, yeme içme kültürü ise oldukça gelişmiş.
Kuşkusuz şehrin çehresini en çok değiştiren şey ise 1997'de yapılan Guggenheim Müzesi. Başlı başına bir günlük ziyareti hak ediyor. Onun ilerisindeki Zubizuru Köprüsü ise 100 yıl sonrasına gitmişsiniz hissi veriyor. Oldukça cesur mimari eserler ama birbirleriyle çok uyumlu görünüyorlar.
Şehrin göbeğindeki Philippe Starck imzalı Alhondiga eski bir şarap deposuna inşa edilmiş kültür merkezi. Yaratıcı butikler ve kafelerle günün her saati canlı.
Bilbao'da yapılacak en iyi şey ise yemek yemek. Burada yemek bir sanat.
Öğlen yemeği için nehrin kıyısında Michelin yıldızlı şef Daniel Garcia'nın Atea'sındayık. Pintxos (Bask dilinde atıştırmalık) sanatını konuşturmuş. Somon ve şeftalili olanın tadı hala damağımda. Aydınlık şık ama sade bir mekan. Fiyatlar bu standartta bir restoran için oldukça makul.
Akşam yemeğinde ününü bir Bilbaolu'dan bizzat dinlediğim Porrue'deydik. Oldukça sadece bir restoran. Genç şef Unai Campo'nun mekanı neden sade tuttuğunu yemekleri gördüğünüzde anlıyorsunuz. Biz sezon tadım mönüsünü denedik. 10 yemek sırayla geldi. Her biri farklı tabaklarla ve tasarımlarla sunulan birer sanat eseriydi. Hiç bitmesini istemediğim bir seramoni. Böyle bir sanat için ödediğiniz para ise Paris'le Londra'yla kıyas götürmez. Kişi başı €40 civarı. Restoranın oldukça zengin bir cin mönüsü var. Yemekten önce cin tonik sipariş ederseniz bu konuda da ne kadar yaratıcı olduklarını görme şansınız olur.
Ertesi gün San Sebastian'a gittik. Şehir merkezinden kalkan otobüslerle bir saat içinde ulaşıyorsunuz bu sahil kasabasına. Film festivali ile ünlü, inci gibi plajları olan bu şehir bende küçük bir Rio hissi yarattı. Nüfusu 450 bin olan ve 9 Michelin yıldızlı restoranı ile kişi başına en fazla Michelin restoranı düşen şehir unvanına sahip bu cennet sahil kasabasını bırakıp gitmek çok zor.
Öğlen yemeği için çarşıdaki La Mejilloneria'yı tercih ettik. Oldukça salaş ayakta midye yenen bir mekan. Yerler peçete ve midye atıkları dolu, mekan tıklım tıklım. Ama kendi içinde bir harmonisi var ve istedikleriniz hızlıca size ulaşıyor. Altı çeşit midyenin duvardaki resimleri sayesinde sipariş etmek çok kolay Soğan ve sirke ile marine edilmiş midyeler ve kalamarlı Patatas Bravas denemeğe değer.
Film festivali için şehre gelen ünlülerin uğrak mekanı olduğunu öğrendiğimiz Oquendo'da yorgunluk atıyoruz akşam üzeri. Mekan beklentimizden çok daha mütevazi ve salaş. Duvarlar ünlü resimleriyle dolu. Bardaki atıştırmalık Pintxo'lar çok cazip olsalar da yerimiz yok yemeğe. Ama burada süt ekmekten yapılan Torrija baş döndürücü bir lezzet. Ne kadar sade oysa ki. Mekandaki atıştırmalıkların hepsi €2-3 gibi inanılmaz fiyatlara satılıyor. Michelen yıldızlı restoranların bu fiyatlara bir şeyler sattığını görmek inanılmaz. Barselona'da bu fiyata kahve içemezsiniz.
Şehirler kalabalık değil. İnsanlar nazik ve medeni. Bilbao'da cumartesi gecesi gördüklerimize inanamadık. Gece 11'den sonra insanlar sokaklarda, ayakta bir şeyler içip sohbet ediyorlar. Hem de kilometrelerce uzunlukta bir ritüel bu. Yüzlerce insan. Ne bir sarhoş, ne kusan, ne sataşan var. Herkes bağıra çağıra uğultuyla sohbet ediyor.
Biz Bilbao'da nehir kenarında Hesperia Otel'de kaldık. Modern şık bir oteldi. Fiyatları da çok uygundu. Zaten Bilbao'da bu kalitenin bu fiyatlara satılıyor olması gerçekten şaşırtıcı.
Daha uzun kalmak ve tadını doya doya çıkarmak için iki günü sonra ayrıldık Bilbao'dan. Avrupa'daki en favori şehrim oldu. Tekrar gitmenin hayalini kurduk dönüş yolu boyunca.
Kuşkusuz şehrin çehresini en çok değiştiren şey ise 1997'de yapılan Guggenheim Müzesi. Başlı başına bir günlük ziyareti hak ediyor. Onun ilerisindeki Zubizuru Köprüsü ise 100 yıl sonrasına gitmişsiniz hissi veriyor. Oldukça cesur mimari eserler ama birbirleriyle çok uyumlu görünüyorlar.
Şehrin göbeğindeki Philippe Starck imzalı Alhondiga eski bir şarap deposuna inşa edilmiş kültür merkezi. Yaratıcı butikler ve kafelerle günün her saati canlı.

Öğlen yemeği için nehrin kıyısında Michelin yıldızlı şef Daniel Garcia'nın Atea'sındayık. Pintxos (Bask dilinde atıştırmalık) sanatını konuşturmuş. Somon ve şeftalili olanın tadı hala damağımda. Aydınlık şık ama sade bir mekan. Fiyatlar bu standartta bir restoran için oldukça makul.
Akşam yemeğinde ününü bir Bilbaolu'dan bizzat dinlediğim Porrue'deydik. Oldukça sadece bir restoran. Genç şef Unai Campo'nun mekanı neden sade tuttuğunu yemekleri gördüğünüzde anlıyorsunuz. Biz sezon tadım mönüsünü denedik. 10 yemek sırayla geldi. Her biri farklı tabaklarla ve tasarımlarla sunulan birer sanat eseriydi. Hiç bitmesini istemediğim bir seramoni. Böyle bir sanat için ödediğiniz para ise Paris'le Londra'yla kıyas götürmez. Kişi başı €40 civarı. Restoranın oldukça zengin bir cin mönüsü var. Yemekten önce cin tonik sipariş ederseniz bu konuda da ne kadar yaratıcı olduklarını görme şansınız olur.
Öğlen yemeği için çarşıdaki La Mejilloneria'yı tercih ettik. Oldukça salaş ayakta midye yenen bir mekan. Yerler peçete ve midye atıkları dolu, mekan tıklım tıklım. Ama kendi içinde bir harmonisi var ve istedikleriniz hızlıca size ulaşıyor. Altı çeşit midyenin duvardaki resimleri sayesinde sipariş etmek çok kolay Soğan ve sirke ile marine edilmiş midyeler ve kalamarlı Patatas Bravas denemeğe değer.
Film festivali için şehre gelen ünlülerin uğrak mekanı olduğunu öğrendiğimiz Oquendo'da yorgunluk atıyoruz akşam üzeri. Mekan beklentimizden çok daha mütevazi ve salaş. Duvarlar ünlü resimleriyle dolu. Bardaki atıştırmalık Pintxo'lar çok cazip olsalar da yerimiz yok yemeğe. Ama burada süt ekmekten yapılan Torrija baş döndürücü bir lezzet. Ne kadar sade oysa ki. Mekandaki atıştırmalıkların hepsi €2-3 gibi inanılmaz fiyatlara satılıyor. Michelen yıldızlı restoranların bu fiyatlara bir şeyler sattığını görmek inanılmaz. Barselona'da bu fiyata kahve içemezsiniz.
Şehirler kalabalık değil. İnsanlar nazik ve medeni. Bilbao'da cumartesi gecesi gördüklerimize inanamadık. Gece 11'den sonra insanlar sokaklarda, ayakta bir şeyler içip sohbet ediyorlar. Hem de kilometrelerce uzunlukta bir ritüel bu. Yüzlerce insan. Ne bir sarhoş, ne kusan, ne sataşan var. Herkes bağıra çağıra uğultuyla sohbet ediyor.

Daha uzun kalmak ve tadını doya doya çıkarmak için iki günü sonra ayrıldık Bilbao'dan. Avrupa'daki en favori şehrim oldu. Tekrar gitmenin hayalini kurduk dönüş yolu boyunca.
Yorumlar
Yorum Gönder