Bereketli Toprakların İzinde-1, Urfa

90'lı yılların ortasında 20'li yaşlarında genç ve hevesli bir gazeteciyken ayak basmıştım ilk kez Güney Doğu'ya. O zamanlar Ankara'dan ötesini görmemiş benim için aya gitmek gibiydi Harran Ovası'na gitmek. Berbat bir dönemden geçiyordu ülke, faili meçhul cinayetler ve terör kol geziyordu ama iş adamları şehirlerini kalkındırmaya çalışıyor, ekonomi muhabirlerini sık sık davet ediyorlardı. O dönemden aklımda kalan en çarpıcı manzara Urfa'daki Balıklı Göl ve Harran'daki kümbet evlerdi...

Urfa Balıklı Göl öyle huzur verici bir ortam ki...
Yıllar boyunca o topraklara tekrar dönme hayali kurdum. Ama seyahat deyince hep akla başka şehirler, başka memleketler geldiği için ikinci plana atıldı.

Artık Mersin'de yaşıyorum; Urfa arabayla dört saatlik bir mesafeye dönüştü, biraz daha gidince ver elini Mardin. Ama ülke yine karıştı, bizim gözümüz korktu. Ne olacaksa... Sanki Londra ya da Paris daha tekin.

Sonunda bu bahar hayalimi gerçekleştirmek için herkesi organize ettim. Yola, iki aile, çoluk çocuk çıktık. Arkadaşlarımız Muhsin, Leyla, çocuklarla 7 kişi doluştuk arabaya. Şarkılar türküler söyleyerek Antep'e kadar geldik. Antep'ten geçerken Antep'in Hamamları, Urfa'ya varınca Urfalıyım Ezelden diyerek türküler söyledik. (Ben ki bir müziksever olarak en az sevdiğim türdür Halk Müziği, coğrafya havaya sokuyor işte.)

Birecik ve haşhaş kebabı

Haşhaş Kebabı
Urfa'ya gelmeden otobandan çıkıyoruz. Birecik ilçesinde bir kebapçı duydum illa ki gidilecek. Birecik şaşırtıcı derecede güzel bir ilçe. Fırat'ın coşkulu suları içinden geçiyor. Nasıl güzel olmasın? Cevdet Usta'nın yeri nehrin kenarında mütevazi, küçücük bir yer. Yıllardır aynı yerde, aynı şekilde koruyor dükkanını. Haşhaş Kebabı burada yenir diye duymuştum. Daha önce Antep'te "çakmasını" yemiştim. Meğer gerçeği buradaymış. Haşhaş kebabında haşhaş yok. Bolca sebze ve ot var. Bir daha sadece bu kebap için bile buraya gelinir diye konuşuyoruz. Cevdet Usta 'ya bu lezzeti bize tattırdığı için duacı oluyor ve Fırat'ın suları altında kalan Halfeti'ye doğru yola çıkıyoruz. Bir dip not daha; yollar dümdüz, bakımlı ve güzel. Urfa'dan Mersin'e kadar da otoban var.

Savaşan Köyü'nden geriye bu hüzünlü görüntü kalmış

Hüzünlü Halfeti

2000 yılında Birecik Barajı'nın tamamlanması ile binlerce yıllık taihi ile Halfeti sular altında kalmış ve merkezi başka bir yere taşınmış. Bugün turistik tekne gezilerine ev sahipliği yapıyor. Halfeti'de iskeleden sıklıkla gezi tekneleri kalkıyor. Bir saate yakın bir turda Fırat'ın suları üzerinde hem buraların acı hikayesini dinliyor, hem de bir taraftan türküler eşliğinde göbek atan turistleri hayretle izliyorsunuz. Tekne bir süre sonra Savaşan Köyü'ne geliyor. Minaresinin yarısı su üstünde kalabilen, bir çay bahçesinin hayatta kalmaya çalıştığı terk edilmiş bir köy. Tam da burada Erkan Oğur'un sesinden Fırat Türküsü çalmaya başlıyor teknede. Ne hayatlar şu suların altında kalmış diye üzülüyor insan. Fırat'ın azgın suların iki damla da gözyaşı ben bırakıyorum elimde değil. Aklıma Yavuz Turgul'un başyapıtı Eşkiya geliyor. Baran'ın 35 yıl sonra hapisten çıkıp köyünü sular altında bulması ve Keje'yi aramak için İstanbul'u mesken tutması.

Muhtemelen zorunlu göç nedeniyle yüzlerce insan bugün İstanbul'da yitik bir hayat yaşıyor. Oysa ne güzel memleketleri... Halfeti'de hüzünlenmemek elde değil. Bir an önce bu havayı dağıtmak ve tatile devam etmek lazım.

Aynzeliha Gölü'nde bir sandalla kısaca tur atabilirsiniz.

Ve yıllar sonra Urfa'dayım yeniden

Yolumuz Urfa'ya uzanıyor. En son 20 küsür sene önce gördüğüm ve uzunca süre rüyalarıma giren Balıklı Göl tüm ihtişamı ile duruyor yerli yerinde. Hikayesi kısaca şöyle: Üç semavi dinin atası olarak kabul edilen Hz. İbrahim inancı yüzünden kral Nemrut tarafından büyük bir ateşte yakılarak cezalandırılacaktır. Tepeden mancınıkla atılır. Düştüğü yerdeki ateşi Allah suya çevirir, odunlar ise balık olur. Külliyesi, camisi ve yemyeşil parkı ile ruhu yükselten bir yer burası. Hemen arkada bir küçük göl daha var. Aynzeliha Gölü. Rivayete göre Hz İbrahim'i yaktırmak isteyen Nemrut'un kızı Zeliha, Hz İbrahim'in ilk müritlerinden olur. Kral onu da yakmak ister ve onun yandığı yerde bu göl oluşur. Bakımlı bir park ve çay bahçesi var bugün burada. Özenli ve temiz bir işletme...

Urfa'nın çarşılarına doğru ilerliyoruz. Renkleri ve dokusuyla tam bir doğu pazarı burası. Gümrük Han'da güzel bir kahve molası verebilirsiniz. Kanuni Sultan Süleyman döneminden kalma kervansaray aslına sadık kalınarak korunuyor.

Bu coğrafyadaki diğer tüm şehirler gibi Urfa'da da kebap, lahmacun ve ciğer üçlüsü ön planda. Artık Güney'de yaşayan biri olarak bu konuda daha zevk sahibi ve seçici olduğumdan mıdır, yoksa geç kalıp acele ettiğimizden mi, diller destan Aziz Usta'nın ciğerinden istediğim hazzı alamadım. Ama yine de ortamı, sunumu her şey yerli yerinde. Urfa'nın meşhur şıllık tatlısı ile günü noktalıyoruz.

Urfa artık iki milyon nüfusu ile kocaman bir şehir. İç turizmde Gaziantep'in biraz gölgesinde kaldı. Ama bence Antep'e göre çok daha doğal ve etrafında çok fazla gezilecek yer var. Bu yüzden bu bölgede araba kiralayarak dolaşmanızı ya da bir tur satın almanızı öneririm.

Biz yolumuza Mardin'de devam ettik. "Aman Allahım şimdiye kadar buraya ben neden gelmedim?" diye sordum orada kaldığım üç gün boyunca. Güzel Mardin'i bir sonraki yazımda anlatacağım.

NOT: Urfa'da dünya tarihini değiştiren Göbekli Tepe'yi ben henüz ziyaret edemedim. Ama milattan önce 12 bin yıl öncesine ait ibadethaneler gün ışığına çıktı ve geçici bir tadilatın ardından yeniden ziyarete açıldı.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Mersin'i şehir olarak yaşamak

B Yüzü Şarkılarım

Kebapsız Adana